bir eylül akşamı sev beni. yıldızlar gökyüzüne yakışsın, sen yanıma.


Cemre'den

Sabah üşüyerek uyandığımda üzerimdeki pikeyi gülümseyerek üzerime çektim. Bir yaz daha bitmişti. Yazı severdim. Özellikle denizi. Ama sonbahar ayrı güzeldi. 

Aşağıdan gelen kahve kokusuna karşı koyamayarak yataktan kalktım ve alelacele merdivenlerden indim. Annemin kendine kahve koyduğunu gördüğümde gülümsedim. 

"Günaydıınn!" 

"Günaydın kızım. Bahçede misafirin var. İki kahve kap gel." dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım ve iki kupaya kahveleri doldurdum. 

Hava sabah olmasına rağmen epey kasvetliydi. Yavaş yavaş bahçemize inen merdivenleri indiğimde gelenin Berk olduğunu görüp gülümsedim.

Berk benim çocukluk arkadaşım. Daha doğrusu çocukluk aşkım. Onun bana karşı olan duygularını bilmiyorum çünkü hiç cesaret edip de o konulara giremedim. Hazal arada onun da benden hoşlandığını söylese de emin değilim. Hazal sonuçta bu. Her şeyi abartır. 

Yavaşça yanına oturup kupasını uzattığımda bana gülümsedi.

"Günaydın."

"Günaydın. Nedir sabah sabah seni buralara atan?" dediğimde bana döndü. 

"Babam." dediğinde sıkıntılı bir nefes verdi. "Amerika'ya göndermek istiyormuş beni bu sene." dediğinde kaşlarım çatıldı. Sıkıntılı bir nefes verdiğimde bir elin boğazımı sıktığını hissettim. Gözlerim yavaşça dolarken kendime kızdım. 

"Neden?" dediğimde sesim ruh halime göre güçlü çıkıyordu.

"Buralardan uzaklaşmalıymışım. Daha fazlasını soramadım. Biliyosun babam..." cümlesini tamamlamadı. Ben anladım. 

Kenan Amca tam bir kontrol manyağıydı. Berk'in bu dünyada tek korktuğu kişi babasıydı. Onun dışında korkusuz bir çocuktu. 

Annem tedirginlikle ayağa kalkarken ona döndük. 

"Siz konuşun rahat rahat." dediğinde bana baktı ve kafasını salladı. 

O içeri girerken Berk'in kupanın kulpunda duran elinin titrediğini gördüm. Burdan gitmek istemiyor muydu?

"Sen?" dediğimde bana döndü. Çok yakındık ve gözlerim istemsiz dudakları ile gözleri arasında gidip geldi. Gözlerimiz birleştiğinde yutkundum. "Sen gitmek istemiyor musun?" 

Hiç düşünmedi.

"Hayır." dedi ve gözlerimizi ayırıp önüne döndü. Elini masanın üzerine koyduğunda titremelerini kontrol etmeye çalışıyordu. "Ben buraya aitim." dediğinde gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. "Bak saçma ve ya şımarıkça geliyor olabilir ama-" dediğinde cümlesini bitirmesini beklemeden elimi elinin üzerine koydum. Cümlesi yarım kalırken bana döndü. Tekrardan buluşan gözlerimiz ile konuştuk.

"Anlıyorum. Burda doğdun büyüdün. Gitmek istemiyorsun." 

"Hayır." dedi ve bana tüm vücuduyla döndü. "Konu burası değil. Konu sensin." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

"Nasıl?" diyen dudaklarım heyecandan titriyordu. 

"Bak bu konuşmayı dün akşamdan beri yüz kere kafamdan tasarladım. Ama hiç ezber yapamadım. Şimdi bir şeyler saçmalarsam kusura bakma." dediğinde başımı salladım. 

Ellerimizi birleştiriğinde hareketleri korkakçaydı. 

"Ben uzun bir zamandır içinde bulunduğum bu duyguları ne sana ne kendime itiraf edebildim. Defalarca hazırlandım defalarca vazgeçtim. Ama işler ciddiye binince insanı bir telaş basıyor işte. Kaybetme duygusu diyorlar galiba buna." dediğinde bir nefes vererek gülümsedi. Gözleri buğuluydu. "En son annem hastayken yaşadım bu duyguyu. İşte bir de dün akşam babam gideceğimi söylediğinde. Seni kaybetmekten korktum." 

Dudaklarım iki yana kıvrılırken bana baktı. Ellerimdeki elleri titriyordu. 

"Ben senden çok hoşlanıyorum Cemre. İster kız ister bağır ama bu gerçeği değiştiremem. Çok tutmaya çalıştım bunu içimde ama artık durmamalı. Çünkü." bir nefes aldı ve sıkıntıyla verdi. "Çünkü ben gidebilirim." 

Gözlerim dolarken boşta kalan elimi onun yanağına koydum. Gözlerimiz birleşirken gözlerinde şaşkınlık vardı.

"Ben de senden hoşlanıyorum." diyip gözlerimden akan yaşlar ile dudaklarımızı birleştirdim. 

Ruhumun ikiziymiş bu tuttuğum ellerinin iziymiş
Ecel gibi çağırıyo kabuslar beni gittiği gün içinmiş.

Yanaklarıma değen ıslaklık onun gözyaşları mıydı benim mi bilmiyordum? Zamanımız az mıydı çok muydu bilmiyordum? O hep burada mı kalacaktı bilmiyordum? Bir şeyleri yürütebilecek miydik bilmiyordum? Tek bildiğim şey onu kaybetmek istemediğimdi.

Ne güzeldi kokun üzerime sinmiş
Alev almış içim yana yana dinmiş.

İkimizde birbirimize özlem içinde baktık. Sanki çocukluktan beri birlikte değilmişiz gibi. Sonra Berk'in telefonu çaldı. 

"Kusura bakma açmam lazım babam." diyerek telefonu salladı. Bende anlayışla başımı salladım.

"Efendim baba." nedensiz gülümseyen yüzü bir anda asıldı.

"Ne!! peki durumu nasıl?" Kaşları çatıldı ve tek elini yumruk yaptı. 

"Nerede?" merakla sorduğu soruları en az onun kadar endişe ile dinliyordum.

"Hemen geliyorum." dediğinde aniden ayağa kalktı. Bende onunla ayağa kalkarken bana baktı.

"Babam." dedi derin bir nefes verirken. "Yaralanmış. Birileri ona ateş açmış." dediğinde gözlerim kocaman açıldı.

"İyi miymiş?" 

"Ameliyattaymış." dediğinde ellerim ellerini buldu.

"Gelmemi ister misin?" 

"Hayır." dedi hiç düşünmeden. Arkasını döndü. Sonra bir şey unutmuş gibi durdu ve bana geri döndü. "Seni seviyorum." dediğinde gülümsüyordu.

"Bende seni." 

Arkasını dönüp gitti bu kez. Ne ben onun peşinden gidebildim ne gözlerimdeki mutluluk. Ben uzun zaman sonra bu kadar mutluydum.

Düşkünlüğüm deli gözlerine azabım
İnci gibi dizilmiş

Anneme durumları anlattığımda o da Berk'in peşinden koşarak çıktı. Bahçeye çıkıp oturduğumda derin bir iç çektim. Kafamı arkadaki yastığa yaslayıp gökyüzüne baktım önce sonra ise gülümseyerek gözlerimi kapattım. 

Sanki hep kıyısında beklediğim o gemi sonunda kıyıya yanaşmış gibi. Huzurla... Gerçi o gemi hep o kıyıdaydı da. Neyse en azından kaçırmadık. 

Güneş batmak üzereyken yürüyüş için evden çıktım. Kulaklığımdaki şarkı yavaştan esen rüzgara eşlik ediyordu. Telefonumun çaldığını duyunca evimin kapısında duraksadım. Telefon ekranında Berk'in numarasını görmemle gülümsedim. 

Annem Kenan Amca'nın durumunun iyi olduğunu haber vermişti. 

"Alo?" 

"Efendim." dediğimde güldü.

"Nasılsın?" 

"İyi sen?" 

"Bende iyiyim."

Telefonun karşısından sessiz bir gülme sesi geldi. Onunla beraber bende güldüm. 

"Sahildeki banktayım."

Adımlarım hemen yola yönelirken yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. 

"Geliyorum." diyip telefonu hemen kapattım.

Arkasından yavaşça yaklaşarak gözlerini kapatacaktım ki halini gördüm. Yanaklarını elinin tersiyle siliyor sonra da uzun uzun yere bakıyordu. Yüzüm düşerken yavaş ama büyük adımlarla yanına ilerledim. Beni görünce gülümsedi. 

"Hoşgeldin." dedi müthiş bir sakinlikle.

"Hoşbulduuum." dediğimde içimden gelen ani dürtüyle sarıldım ona. Burnundan bir nefes vererek güldü. 

Ayrıldığımızda denize döndüm yüzümü. Onunsa gözleri üzerimdeydi. Fısıldadı.

"Çok güzelsin. Tıpkı..." dediğinde afalladı. Gülerek ona döndüm.

"Tıpkı?" dediğimde tek kaşımı kaldırdım. 

Yana sağa sola bakarken bir anda yukarıya sabitledi bakışlarını ve işaret parmağıyla gökyüzünü işaret etti. 

"Yıldızlar gibi." dediğinde hayran hayran gözlerini yine üzerime dikti. Sonra da denize. 

Ona döndüm ve ellerimizi kenetledim. "Seni çok seviyorum." 

Gözlerine garip bir hüzün çöktü. 

"Bende seni çok seviyorum." dediğinde dudaklarıma bıraktığı kısa buseyle gülümsedim. 

Burası çok huzurluydu. Bir Eylül akşamı olduğu için mi yoksa yanımda o olduğu için mi bilmiyorum. Belki de ikisi de. 

Bir Eylül akşamı sev beni, yıldızlar gökyüzüne yakışsın sen yanıma.

"Biliyor musun eğer sen cesaret etmeseydin belki de hiç yaşanmamış bir ihtimal olarak kalacaktık. Ben hiç cesaret edemezdim belki de." dediğimde kesik bir nefes verdi. 

"Cesaretli mi oldum şimdi?" dediğinde sesinde bir kırgınlık vardı. Sormadım. Anlatmak istese anlatırdı biliyordum. O anlatmak istemedi bende sormadım.

"Evet." dediğimde başımı omzuna koydum. Sonra derin bir iç çektim. "Sende öyle hissediyor musun?" 

"Nasıl?" 

"Geç kalmış gibi." dediğimde bir sessizlik oldu. Yutkundu. 

Başımı omzundan kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinden süzülen yaşları gördüm. 

"Noldu?" dediğimde ellerimle yanaklarındaki yaşları silmeye çalışıyordum. 

Ellerimi tutarken ağlaması durmuştu. Gözlerime baktı. Her gözlerime baktığında nasıl kalbim bu kadar hızlanıyor ve içim gidiyor diye düşünmeden edemedim.

"Bir şey olmadı." dedi ve yere kilitledi gözlerini. "Bugün kolay şeyler yaşamadım." dediğinde kafamı salladım. Onu boynundan tutup sarıldım. Saçlarını okşadım. İçinde her ne acı endişe varsa çekil almak istedim. 

O ise sadece boynumu kokladı. 

Orda epey dertleştik. Küçüklükten bu yana yaptığımız şeyleri anlattık birbirimize. Ne hislerle yaptığımızı. 

Sonra tam ev yolundaydık ki bir çiçekçide durdu ve bana karışık bir buket aldı kocaman. Beni evimin önünde indirdiğinde ben eve girene kadar izledi beni. 

Huzurla yatağıma girdiğimde ilk defa bu kadar evde gibi hissediyordum. 

Sabah uyandığımda saat 9'u geçiyordu. Gario bir yorgunluk vardı üzerimde. Dün akşam üşütmüş müydüm acaba? Dün akşam demişken... Eve yine gülümsedim. 

Ellerim heyecanla telefona giderken Berk'ten gelen bir sesli mesaja tıkladım hevesle. 

"Sevgilim. Evet sana ilk defa sevgilim diyorum." burnunu çekti. "Keşke son olmasaydı." aniden düşen yüzümün yan tarafımdaki aynadan yansımasını gördüm. "Çok kızıcaksın bana biliyorum ama gitmem gerek Cemre. Dün sabah gitme fikri aklımda bile yoktu. Ama babamın halini ve peşimizde birilerinin olduğunu öğrendiğimde değişti kararım. Korktum. Benim kaybedicek kimsem yok Cemre. Bir sen bir babam varsınız." 

Gözlerimden süzülen yaşlar ile gözlerimi kapattım.

"Babam burada kalmaya devam edersek sizin de zarar görebileceğinizi söyledi. O an değişti kararım. Dün akşamda adam akıllı veda edicektim sana. Ama o kadar huzurluyduk ki yapamadım. Hani dedin ya bana cesaretlisin diye. Korkağım işte." Elimi sıktığımda başımı iki yana salladım

"Yaşanamayan bir ihtimal olarak kaldık. Ama bana seninle geçirdiğim her an yeter." 

Elimdeki bardağı aynaya fırlattım. 

"Seni çok seviyorum bunu unutma." 

Ses kaydı kapandı. Tüm sesler sustu. Şok içinde yatakta kalakaldım. Kenardaki bukette gezindi elim. Sessizce ağladım. Hakkım yoktu ağlamaya. Bu kadar korkakken. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

kaçmaya çalıştığın cehennemi taşıyorsun içinde.

2.Bölüm: Küçük Çatlaklar

iyileşmiyor susmayı öğreniyor yara.