one shot: rengarenk ormanlar
-bir şeyin
kalbini kırması için
illa yanlış olması
gerekmez ki
Cemre'den
Atölyeden çıktığımda çalan telefonla elimi çantanın içine soktum. Berk'in aradığını gördüğümde kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken telefonu açtım.
"Efendim aşkım?"
"Akşam yemeğe çıkıyoruz." dediğinde yüzüme yine hayret dolu bir ifade ile karışık tebessüm yerleşti.
"Baş başa mı?" dedim heyecanla. Uzun zaman olmuştu birlikte vakit geçirmeyeli.
"Ortaklarımla." tek düze çıkan sesi yüzümün düşmesine sebep olurken o konuştu. "Hiç gelmek istemediğini biliyorum ve biliyosun iş konusuna seni dahil etmeyi sevmiyorum ama adam nişanlınızı da getirin diye tutturdu ısrarla yüzüğü görünce mecbur kaldım." dediğimde yutkundum.
"Sorun değil. Gelirim." dediğimde sesim benim aksime olumlu çıkıyordu.
"Saat sekizde alırım seni öpüyorum."
"Bende."
Telefonu kapatıp çantama attığımda derin bir iç çektim.
Çantamdan anahtarlarımı çıkarıp arabaya doğru yürürken içimde bir burukluk vardı. Berk’in sesindeki o tek düze ton her zamanki gibi hislerimi bir anda altüst etmişti. Onunla baş başa bir akşam yemeği hayali kurarken kendimi bir anda iş ortaklarının arasında sahte gülümsemelerle dolu bir masada hayal ediyordum. Arabaya oturduğumda elim refleks olarak sağ elimin yüzük parmağımdaki yüzüğe kaydı. Gözlerim dalarken onu yavaşça oynattım.
"Ama adam nişanlınızı da getirin diye tutturdu ısrarla yüzüğü görünce mecbur kaldım."
Düşüncelerimden yavaşça sıyrılırken motoru çalıştırdım.
Eve vardığımda saat altıya geliyordu. Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Yorgun bir yüz dağınık saçlar... Berk’in iş ortakları her zaman kusursuz görünmenizi beklerdi. Onların dünyasında her şey bir vitrindi; kıyafetler gülümsemeler hatta ilişkiler bile.
Oflayarak kendimi yatağa bıraktım. Tavan sanki bütün düşüncelerimi yansıtıyordu. Karışık, belirsiz, gri. Berk’le geçirdiğimiz yıllar gözümün önüne geldi. Çocukluğumuz, yazlıkta geçirdiğimiz günler, birbirimize yazdığımız notlar, arkadaşlıktan aşka dönen bakışlar... O zamanlar Berk’in gözleri sanki dünyada sadece ben varmışım gibi bakardı. Cemre’siydim ben onun. Zaafıydım. Ama şimdi? Şimdi sanki bir iş dosyasının yanına iliştirilmiş bir post-it notu gibiydim. Arada sırada hatırlanan ama çoğu zaman göz ardı edilen.
Telefonumu elime aldım eski mesajlarımıza bakmak için. “Yarın okulu ekip bi kaçamak mı yapsak?” ya da “Sadece bir saat oldu yanından ayrılalı ama çok özledim. Hanımefendi büyülediniz mi beni?” bu bile gülümsememe yeterken parmağımı hızla aşağı kaydırdım ve son bir kaç yılın mesajlaşmalarına baktım. Üniversiteyi bitirip o şirketin başına geçtiği zamanlara. “Toplantım uzadı özür dilerim gelemiyorum." “Yarın görüşürüz yoğunluk var.” Her biri bir öncekinden daha kısa daha soğuk. Sanki aramızdaki o bağ şirket evraklarının arasında kaybolup gitmişti.
Çocukluk aşkıydık biz. "Cemreler gelmiyosa bende gelmem!" diye kollarını kavuşturup babasını ikna etmeye çalışan o afacan çocuk şimdi kravatlı ciddi bir adama dönüşmüştü. Zaafı olduğumu bilirdim; gözlerime bakarken yumuşayan ifadesinden.en kötü günümde bile beni güldürmek için yaptığı aptal şakalardan anlardım. Ama şimdi o yumuşak bakışları nadiren görüyordum. Şirket, projeler, toplantılar... Onun dünyası artık bunlarla doluydu ve ben o dünyada bir gölge gibi kalmıştım.
Kalkıp mutfağa gittim bir bardak su doldurdum. İçerken bu akşamki yemek aklıma geldi yine. Masadaki o soğuk yapmacık sohbetler Berk’in iş ortaklarına karşı takındığı o profesyonel maske...
“Cemre, iyi misin?” diye sormamıştı bile. Oysa eskiden bir kaşımı kaldırsam ruh halimi anlardı. Ya da ses tonumdan. Ne değişmişti? Ben mi, yoksa Berk mi? Yoksa ben mi fazla şey bekliyordum? Fazla mı abartıyordum?
Telefonum titredi bir mesaj gelmişti. Berk’tendi. “Eve vardın mı? Özür dilerim emrkvaki gibi olmadı değil mi?” Mesajı okuyunca içimde bir kıpırtı oldu ama hemen bastırdım. Özür dilese ne olacaktı? Yine bir sonraki yemekte bir sonraki toplantıda aynı şeyi yaşayacaktık. Yine ben onun hayatının kenarında bir figüran olacaktım.
Cevap yazmadım.
Dolabı açtım. Siyah ya da mavi bir elbise yerine kendi tasarladığım bir parçayı seçtim. Yakut kırmızısı, hafif drapeli, omuzları açık bir elbise. Atölyemde geceler boyu uğraşarak diktiğim elbiselerden sadece bir tanesi. Onu giydim, saçlarımı doğal dalgalarında bıraktım ve ellerimle hafifçe düzelttim. Aynaya baktığımda
yüzümde bir gülümseme belirdi. Yüzüğümü parmağımda çevirdim bir kez daha.
Telefonumdan gelen bildirim sesiyle kendime bakmayı bırakıp telefonu elime aldım. Berk’ti. “Aşağıdayım." yazmıştı. Çantamı koluma atıp evden çıktım.
Evden çıktığımda Berk’in arabası bahçe kapısının önünde bekliyordu. Beni fark ettiğinde o içime işleyen bakışlarıyla bana döndü. “Cemre…” dedi sesinde bir anlık duraksamayla. Gözleri elbiseme kaydı sonra yüzüme. “Bu senin tasarımın değil mi?” Gülümsedim.
Hatırlaması hoşuma gitmişti. “Evet."
Berk’in dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. “Sana çok yakışmış." dedi eli belime yerleşirken beni yanağımdan öptü.
"Teşekkür ederim." dediğimde gözlerimiz birleşti. Bana bir şeyler söylemek istiyor gibiydi ama aynı zamanda geç kalma endişesinin içini yiyip bitirdiğinden haberdar olacak kadar tanıyordum onu. "Gidelim mi?" dedim onun endişesini anlatmak ister gibi. Başını sallayıp kapımı açtığında arabaya bindim.
Restorana vardığımızda masada üç adam ve bir kadın bizi bekliyordu. Tanıdık bir sahne takım elbiseler, ölçülü gülümsemeler, el sıkışmalar. Berk beni tanıştırdı “Nişanlım Cemre.” Herkes nazikçe başını salladı tek tek el sıkıştık. Senaryo yazılmışta oynuyormuşuz gibi.
Masaya oturduk ve garson menüleri getirdi. İş konuşmaları hemen başladı projeler, rakamlar, stratejiler. Berk’in profesyonel maskesi yüzündeydi.
Bir kadeh şarap aldım sohbeti dinlerken kendimi zorlamadım. Masadaki kadın yanj Berk’in ortağının eşi bana döndü. “Cemre, bu elbise muhteşem! Nereden aldın?” diye sordu gözleri parlayarak.
Gülümsedim. Bu kez gerçek bir gülümsemeydi. “Teşekkür ederim. Bu benim tasarımım. Moda tasarım atölyemde diktim.”
Kadının yüzü aydınlandı. “Gerçekten mi? Ne kadar yetenekli! Kendi markan var mı?”
“Henüz bir marka değil." dedim “Ama yakındır o günler. Bunun için çabalıyorum.
Berk’in gözleri bana kaydı ve o an yüzünde bir şey gördüm. Gurur mu yoksa özlem mi? “Cemre’nin atölyesi onun dünyası." dedi elini elimin üzerine koyup masaya dönerek. “Orada her şey mümkün.” O an içimde bir sıcaklık yayıldı. Gözlerimiz birleşirken ikimiz de gülümsedik.
"Yaa ne kadar tatlısınız! Ne zamandır tanışıyordunuz."
İkimiz aynı anda konuştuk. "Çocukluktan."
Kadın “Çocukluktan mı? Ne kadar romantik! Çocukluk aşkı… Nadir bulunur.” dedi gözlerinde merakla karışık bir hayranlıkla. Berk’in elinin hâlâ elimin üzerinde olması o anı daha özel kıldı.
“Evet” dedim, gülümseyerek, “Ailelerimiz sayesinde birlikte büyüdük. Yazlığa falan gidiyorduk hep beraber. Biz de bisikletle yarışır sahilde taş sektirirdik.” Masadan hafif kahkahalar yükseldi. Berk’in parmakları elimin üzerinde hafifçe sıkılaştı sanki o anıları o da hatırlıyordu.
“Cemre hep kazanırdı." dedi sesinde nadir görülen bir yumuşaklıkla. Gözlerime bakarken o eski afacan çocuğun pırıltısını gördüm.
"Peki beraber büyüdüyseniz bir soru soracağım bakalım birbirinizi ne kadar tanıyorsunuz?" dediğinde ekledi. "Birbirinizin en sevdiği rengi biliyor musunuz?"
Yanında oturan adam yani eşi kahkaha atarken konuştu. "En kolay yerden sordun hayatım." dedi.
Berk'e dönerken konuştum. "Berk'in en sevdiği renk yeşil."
"Evet." dedi Berk gülümserken. "Cemre'nin de..." bilmiş bir ifadeyle konuştu. "Mavi."
Yüzüm düşecek gibi oldu ama sahte gülüşümü yüzümde tuttum. "Doğru." dedim. Değildi. Yani önceden öyleydi. Berk benim en sevdiğim rengi bile bilmiyordu. Onlar aralarında gülüşürken üst üste duran ellerimize baktım.
İçimdeki bu his beni gün geçtikçe yiyip bitiriyordu.
Toplantı bittiğinde ara ara gülümsemek dışında bir söze karışmamıştım. Diğerleri giderken Berk bana döndü.
"Çok teşekkür ederim sevgilim." dediğinde yüzünde bir gülümseme vardı. Benim ise yüz hatlarım tüm sahteliklerden sıkıldığını gayet belli ediyordu. "Seni eve bırakayım." derken kapıya doğru ilerledik.
"Ben taksiyle de dönebilirim." dediğimde başını iki yana salladı.
"Ben bırakayım."
"Taksiyle gitmek istiyorum." diye döndüm sert çıkan sesimle.
Kaşları çatıldı. "Bir sorun mu var?"
Sanırım patlama noktası dediğimiz nokta burasıydı. "Yok mu sence Berk?"
"Var mı?" bakışları gözlerimde bir şeyler çözmek ister gibiydi. "Söyle...Var mı?” diye tekrarladı Berk sesinde bir anlık şaşkınlık ama daha çok savunmaya geçmiş bir ton vardı. Gözleri gözlerime kilitlenmişti ama bu gibiydi bakışları. Sanki aramızda görünmez bir duvar örülmüştü ve o duvar her geçen saniye daha da yükseliyordu.
Derin bir nefes aldım içimdeki burukluğu bastırmaya çalışarak konuştum. “Berk ciddiyim. Sence her şey yolunda mı?”
Sesim titremese de içimde fırtınalar kopuyordu. Restoranın loş ışıkları yüzüne vururken kaşları biraz daha çatıldı. Etrafımızdaki uğultu yanımızdan geçen arabalar... Hepsi bir an için kayboldu. Sadece o ve ben vardık.
“Cemre neyi kastediyorsun? Bu akşam mıydı sorun? Biri bir şey mi söyledi?” Soruları peş peşe sıralarken sesi ciddiydi.
“Bu akşam değil Berk. Sadece bu akşam değil.” dedim sesimde biriken her şeyi dışarı dökmemek için kendimi zor tutarak. Gözlerim kısıldı kaşlarım çatıldı. “Biz… Ne zamandır böyleyiz? Seninle konuşamıyorum. Gerçekten konuşamıyorum. Ya toplantıdasın ya bir iş peşindesin ya da…” Durdum kelimeleri toparlamaya çalışarak. “Ya da ben senin hayatında bir yük gibi hissediyorum.”
Berk’in yüzü dondu. Gözlerinde bir an için bir şeyler kıpırdandı belki suçluluk belki şaşkınlık ama hemen toparlandı.
“Cemre saçmalama. Sen benim hayatımın en önemli parçasısın. Bunu nasıl düşünürsün?"
“Öyle mi?” dedim sesimde alaycı bir tını vardı ama bu alay kendime de yönelikti. “Peki en sevdiğim rengi neden bilmiyorsun, Berk? Mavi dedin. Mavi!"
"E küçükken denize gittiğimizde mavi demiştin." dedi kaşlarını kaldırırken.
Başımı salladım. "Küçükkendi Berk. Şimdi röportajlarda bile vurguladığım tek bir renk var. Belki de tasarımlarımı takip eden onlarca insan bile biliyor. Yüzünü görmediğim insanlar bunu biliyor ama en yakınımdaki kişi... Yani sen bilmiyorsun?"
"Cemre değiştiysen benim suçum değil bu."
"Değişmedim!" dedim sesim yükselirken. Gözlerim doldu. Gözlerimiz kesişti. "Büyüdüm ben Berk. Beraber büyüdük dedik ya içerde." başını iki yana salladı. "Farkediyorum ki beraber büyümemişiz. Ben hâlâ o küçük kız değilim, sahilde taş sektiren bisikletle yarışan Cemre değilim. Ya da lisedeki hep sorun çıkaran Cemre'de değilim. Büyüdüm ben ya. Hayallerim var bir dünyam var atölyem var… Seninle büyüdüm ben. Ama sen?" gözünden bir damla yaş süzüldü. "Sen beni şirketin başına geçtiğinde bıraktın. Orda kaldım senin için."
Berk’in ağzı hafifçe açıldı bir şey söylemek ister gibiydi ama sustu. Elbette sustu. Ne diyebilirdi ki? Haklı olduğumu biliyordu ama bunu kabul etmek onun o mükemmel kontrol altında tutmayı sevdiği dünyasını sarsardı.
“Bak." dedi sonunda sesini alçaltarak. “Yoğun bir dönemden geçiyorum. Şirket projeler… Bunların hepsi bizim geleceğimiz için. Senin için. İkimiz için.”
“Bizim geleceğimiz mi?” dedim sesimde biriken öfke artık kendini tutamıyordu. “Berk bizim geleceğimiz ne zaman sadece senin işlerinle doldu? Ne zaman benim hayallerim benim dünyam bu kadar önemsiz oldu? Seninle bir akşam yemeği yiyebilmek için iş ortaklarının masasına oturuyorum ama sen benim ne hissettiğimi bile sormuyorsun!”
Berk’in çenesi gerildi gözleri bir an yere kaydı. “Cemre bu adil değil." dedi ama sesinde o kendine özgü inat vardı. “Senin atölyeni destekliyorum. Ne zaman bir şey istesen yanında oldum. Ama bu işler böyle yürüyor anlaman lazım. Herkesin fedakarlık yapması gerekiyor.”
“Fedakarlık mı?” dedim gülerek. Ama bu gülüşte neşe yoktu, sadece yorgunluk vardı. “Berk ben yıllardır fedakarlık yapıyorum. Senin toplantılarına geliyorum senin dünyana uyum sağlıyorum senin o soğuk yapmacık masalarında gülümsüyorum. Ama sen? Sen ne zaman benim dünyama geldin? Atölyeme en son ne zaman uğradın? Tasarımlarıma en son ne zaman gerçekten baktın? Ya da atölyeyi boşver. Benimle en son ne zaman bu kılığından uzaklaşarak zaman geçirdin?" dedim onu boydan boya gösterirken.
Berk sustu. Cevabı olmadığını biliyordum. En son atölyeme geldiğinde bir teslimat için kısa bir süre uğramış telefonuna gömülüp gitmişti. Oysa o atölye benim nefes aldığım yerdi. Orada kendimdim. Orada özgürdüm. Ama Berk o dünyayı artık görmüyordu. Berk beni görmüyordu.
Restoranın kapısında duruyordukama sanki bir uçurumun kenarındaydık.
Berk elini saçlarından geçirdi derin bir nefes aldı.
“Cemre ben… Bilmiyorum. Belki haklısın. Ama bu kadar büyütmeye gerek var mı? Yani bir renk meselesi yüzünden mi bu kadar kavga ediyoruz?”
“Renk meselesi değil!” dedim sesim istemeden yükseldi. “Bu senin beni artık tanımamanla ilgili. Benimle ilgili küçük şeyleri bile unutmanla ilgili. Eskiden… Eskiden bir kaşımı kaldırsam ne düşündüğümü anlardın. Şimdi ise sanki bir yabancıyım.”
"Cemre lütfen. Arabaya bin eve gidelim. Bunu burada konuşmayalım.” dediğinde gözleri arkamda bir köşeye kilitlenmişti. Başımı o tarafa çevirdiğimde bir grup muhabir ve kameramanın bizi çektiğini gördüm.
“Hayır.” dedim kararlılıkla ona dönerek. “Bunu şimdi konuşacağız. Çünkü eve gidersek yine her şey halının altına süpürülecek. Yine ‘yoğunluk’ diyeceksin, yine ‘sonra konuşuruz’ diyeceksin. Ama ben yoruldum Berk. Böyle gölge gibi yaşamaktan yoruldum.”
Berk’in yüzü allak bullak oldu. İlk defa o gece onun o mükemmel maskesinin çatladığını gördüm. “Ne demek istiyorsun?” dedi sesi titrerken. “Benden ayrılmak mı istiyorsun?”
O soru içime bir hançer gibi saplandı. Ayrılmak mı istiyordum? Bilmiyordum. Tek bildiğim bu şekilde devam edemeyeceğimdi.
“Bilmiyorum.” dedim dürüstçe. “Ama böyle devam ederse… Berk ben kendimi kaybediyorum. Seninle birlikteyken bile yalnız hissediyorum.”
"Yani?"
Gözümden bir damla yaş daha süzüldü. “Biraz zamana ihtiyacım var. Ve belki… belki ikimizin de birbirimize ne istediğimizi hatırlamaya ihtiyacı var.”
Berk'in kaşları hayretle havalandı. "Benden uzak durmak sana iyi gelecek yani? Bunu mu demek istiyorsun?" çenesi kasılmıştı.
Başımı salladım iki yana. "Ben sana uzun zamandır yaklaşamıyorum ki Berk." dedim. Sesimde çaresizlik vardı. "Sayende." dediğimde söyleyecek hiçbir şeyim kalmamıştı ve onu da dinlemek istemiyordum. Yanından geçerken bir fısıltı gibi sessiz ama keskin çıktı sesim. "En sevdiğim renk artık kırmızı bu arada."
Hızla yola yöneldim ve geçmek üzere olan taksiyi durdurarak arkama bile bakmadan uzaklaştım ordan.
Eve geldiğimde elbisemi çıkarıp askıya astım yüzüğümü parmağımda bir kez daha çevirdim ama henüz çıkarmadım.
Yatağa uzandım gözlerimi kapattım. Uykum gelmiyordu ama düşüncelerim de susmuyordu. Berk’in sesi kulaklarımda yankılanıyordu. “Benden uzak durmak sana iyi gelecek yani?” O sözler içimi yakmıştı çünkü haklıydı. Ama aynı zamanda haksızdı. Uzak durmak istemiyordum ama yaklaşamıyordum da.
Sabah: Berk'ten
Kapıdaki kişinin kapıyı neredeyse kıracak kadar hızlı çaldığı kulaklarıma dolduğunda gözlerimi zar zor açtım. Başımdaki inanılmaz ağrı yüzümü buruşturmama sebep olurken koltukta oturur poziyonda sızdığımı fark ettim.
Yalpalayarak ayağa kalktığımda kapı hâlâ çalıyordu. "Geldim geldik çatlama!" diye bağırarak kapıyı açtığımda Ege içeri girdi.
"Oğlum tüm gazeteler sizi konuşuyor sen hâlâ uyuyor musun?"
Kapıyı hızla kapattığımda yutkundum. Salona yürüyüp kendimi koltuğa bıraktığımda dirseklerimi dizlerime yasladım ve başımı yere eğdim. Cemre’nin taksiye binip gidişi o son bakışı gözlerindeki hayal kırıklığı… Hepsini bir anda yaşamışım gibi hissettim.
“Oğlum sen ne yaptın?” dedi Ege hâlâ telefonunu sallayarak. “Sosyal medya çalkalanıyor! ‘Berk ve Cemre ayrıldı mı?’ diye hashtag açmışlar. Fotoğraflar videolar… Kardeşim bu ne?”
Gazeteleri koltuğa fırlatmıştı ama bir tanesini elime aldım. Restoranın önünde çekilmiş o bulanık fotoğraf… Cemre’nin gözlerinde yaşlar benim donuk suratım. Başlık iğrençti: “Çocukluk Aşkı Bitiyor mu?” Mideme bir yumruk yemiş gibi oldum.
“Ege bu… bu saçmalık." dedim ama sesim kendi kulaklarıma bile inandırıcı gelmedi.
"Ne saçmalığı? Anlatsana oğlum." dediğinde yanıma oturdu.
Derin bir nefes aldım ama içimdeki ağırlık hafiflemiyordu. “Dün gece… restoranda her şey normaldi en azından ben öyle sanıyordum. Ama sonra… taksiyle gitmek istedi suratı bir anda değişti. Sorun ne dedim o da… o da her şeyi yüzüme vurdu. Onu görmediğimi dünyasını unuttuğumu artık tanımadığımı söyledi. En sevdiği rengi bile bilmiyormuşum Ege. Mavi dedim mavi! Meğer kırmızıymış. Röportajlarında söylüyormuş herkes biliyormuş ama ben… ben bilmiyordum.”
Yüzüme bu gerçek şimdi daha net vuruldu. Ben Cemre'yi tanıyordum. Ya da öyle sanıyordum.
Kaşlarım çatıldı. Ben şuan kendimi bile tanıyamıyordum.
"Şuan tek derdimiz bu mu?" dedi Ege. Buğulanmış gözlerimi ona çevirdim.
"Ne?"
"Ortak anlaşmayı iptal etti. Bu kadar iyi mutlu rolü yapan bir çift görmemişler de o bakışlar yalansa onlara ne yalanlar söylenirmiş ve onlar bir aile şirketiymiş sizin aile olacağınıza çok inanmışlar bu haberleri görünce büyük şoka uğramışlar ve bir tomar sebep sundular. İkna etmek için ön türlü sebep saydım ama adam yaptığı yatırımları da geri isteyerek çekildi." dediğinde masanın üzerindeki gazeteleri topladı. "Kenan Amca'da sana ulaşamayınca beni aradı bi ton söz de o saydırdı. Şirketini batırıyormuşuz elimizde bütçe yokmuş falan fil-"
"Yeter." dedim ayağa kalkarken. Mutfağa yöneldim ve kupamı kahve makinesine koydum. "Ben halledicem."
"Hangi birini?" dedi Ege yüzüme beceriksizliğimi vurmak istermiş gibi.
"Halledicem dedim Ege."
Ege'nin kaşları çatılırken kapıya yöneldi. "Bugünki toplantı önemli. Saat sekizde. Bunu kaçırmayalım bari." dediğinde cevabımı beklemeden kapıyı kapattı.
"Kaçırmayalım." diye fısıldadım öten makineden kahvemi alıp dudaklarıma götürürken. Telefonumu elime aldım. Bir sürü bildim ve arama vardı. Ama hiçbiri Cemre'den değildi.
Telefonu oflayarak koltuğun üzerine fırlattım ve odama çıkıp hazırlandım. Takım elbisemin kravatını üzerimden çıkarıp atarken derin bir nefes aldım. Bir günde kravat giymesem resmi olmaktan çıkmazdım herhalde.
Şirkete geldiğimde Ege'nin odasına yöneldim ve Ege ile ciddi ciddi bir şeyler konuşan babamı gördüm. Asıl sınavım şimdi başlıyordu işte.
Bana dönerken kaşları çatıldı.
"Berk." dedi sesi sertti. “Bu şirketi sana emanet etmedim mi ben? Ama sen ne yapıyorsun? Anlaşmaları batırıyorsun ortakları küstürüyorsun üstüne bir de magazin sayfalarına manşet oluyorsun. Bu ne rezillik?”
Yutkundum ne diyeceğimi bilemedim. “Baba bu anlaşma… Yani, iptal edilmesi benim hatam değil. Ortaklar-"
“Sözünü kesme." dedi elini kaldırarak. “Ortaklar neden çekildi biliyor musun? Güven meselesi Berk. Senin özel hayatın bile bu kadar karışıksa iş hayatını nasıl düzgün yöneteceksin? Aile şirketiyiz dediler senin ailene bile sahip çıkamadığını düşünüyorlar.”
O sözler içime bir ok gibi saplandı. Aileme sahip çıkamamak mı? Cemre’yi düşündüm. Dün geceki sözlerini gözlerindeki hayal kırıklığını… Haklı mıydılar?
“Baba." dedim sesimi kontrol etmeye çalışarak. “Bu şirketi ayakta tutmak için elimden geleni yapıyorum. Gece gündüz çalışıyorum. Belki bazı şeyleri kontrol edemedim. Ama bu işi batırdığım anlamına gelmez.”
"Gayette gelir." dedi babam gözlerini kısarken. "Bu şirket daha önce böyle bir noktaya hiç gelmedi. Ta ki sana kadar." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Sen bunu da beceremedin. Yine ve yine bana bunu kanıtladın."
Gözlerim onun gözlerindeki küçümsemeye kilitlenirken derin bir nefes verdim.
İyi de dün akşam bunun bedelini ödememiş miydim zaten? Bunu nasıl başaramazdım? Şirkete vermiştim kendimi her şeyimi...
"Akşamki toplantı." diye araya girdi Ege. "Berk onu çok iyi yönetecek Kenan Amca. Bunu telafi etmek adına." dediğinde gözlerim ona döndü. Ona teşekkür eder gibi baktıktan sonra babam yanımdan çekip gitti.
Bende odama gittiğim de önümdeki yığın olmuş dosyalara gömdüm kafamı.
Kafamı telefonun çalışı ile kaldırdığımda ekranda Hazal'ın numarasını gördüm. Gözlerim saate doğru yöneldi. Yedi buçuktu. Yarım saat sonra toplantı vardı. Telefonu açtığımda tek düze çıkan sesimle konuştum.
"Efendim Hazal."
"Beni dikkatli dinle." sesi fısıltı gibi geliyordu. "Bi kere söylicem Cemre duymadan. Bu akşam önemli bir marka Cemre'nin tasarımlarını görmek için buraya geliyor." Kaşlarım hayret ve gurur karışımı havaya kalktı. Hazal fısıldayarak hızlı konuşmasına devam etti. "Hatta şuan kapıdalar falan galiba. Eğer hâlâ bir şeyleri düzeltmek istiyorsan tam zamanı."
Arkadan boğuk bir şekilde gelen Cemre'nin sesini duydum.
"Hazal! Hadi!"
"Geliyorum!" diye bağırdı Hazal. Sonra telefona doğru ekledi. "Kapattım."
Telefonu masanın üzerine bırakırken önümdeki dosyalara baktım. Gözlerim saatin üzerinde durdu.
"Akşamki toplantı. Berk onu çok iyi yönetecek Kenan Amca. Bunu telafi etmek adına."
Başımı iki yana salladım. Bu toplantıya girmeliydim.
"Berk ben yıllardır fedakarlık yapıyorum. Senin toplantılarına geliyorum senin dünyana uyum sağlıyorum senin o soğuk yapmacık masalarında gülümsüyorum. Ama sen? Sen ne zaman benim dünyama geldin? Atölyeme en son ne zaman uğradın? Tasarımlarıma en son ne zaman gerçekten baktın? Ya da atölyeyi boşver. Benimle en son ne zaman bu kılığından uzaklaşarak zaman geçirdin?"
Telefonu elime alırken hızla ayağa kalktım ve kapıya yöneldim. Ege'nin odasının kapısından başımı uzatırken ona seslendim. "Toplantı sende. Ben Cemre'ye gidiyorum."
"Berk çok öne-"
Gerisini duymamıştım. Çünkü çoktan uzaklaşmıştım.
Atölyenin önüne geldiğimde arabayı park ettim ve derin bir nefes aldım. Kapının önünde durdum bir an tereddüt ettim. Ya içeri girersem ve o beni görmek istemezse? Ama sonra Cemre’nin gözlerindeki o umut kırıntısını hatırladım. Dün gece taksiye binmeden önceki son bakışında…
Koridorda yönelirken içeriden hafif bir uğultu kumaş hışırtıları ve boğuk konuşmalar duyuluyordu. Cesaretimi topladım ve içeri girdim. Atölye her zamanki gibi düzenli bir kaos içindeydi. Masalar kumaşlarla doluydu dikiş makineleri bir köşede duvarda asılı eskizler… Ve tüm karışıklığın ortasında Cemre.
Cemre bir masanın başında durmuş elinde bir kumaş parçası iki kişiye bir şeyler anlatıyordu. Karşısındaki iki kişi bir kadın ve bir adam dikkatle Cemre’yi dinliyor, arada kumaşlara dokunuyorlardı. Kadın şık bir takım elbise giymiş ciddi ama meraklı bir ifadeyle başını sallıyordu. Adam ise bir deftere bir şeyler karalıyordu.
Cemre beni fark etmedi. Onu izlerken içimde bir sıcaklık yayıldı. Bunu bile uzun zamandır yapmadığımı fark ettim. Sessizce durup sadece onu izleyemediğimi.
Gözlerim etrafta gezindi. Burası onun dünyasıydı. Özgür olduğu kendisi olduğu yer. Ve ben bu dünyayı ne kadar az görmüştüm.
Hazal beni fark etti kaşlarını kaldırdı ve hafifçe gülümsedi. Ama Cemre’ye bir şey söylemedi, sadece gözleriyle “Hadi ne duruyorsun?” der gibi baktı. Yutkundum yavaşça yaklaştım.
“Cemre." dedim usulca sesim atölyenin uğultusunda neredeyse kaybolacaktı.
Cemre başını kaldırdı gözlerimiz buluştu. Bir an için dondu elindeki kumaş parçası masaya düştü. Yüzünde şaşkınlık merak ve… belki de bir parça öfke vardı. Ama en çok o tanıdık kırgınlık.
“Berk?” dedi sesi titrekti. “Sen… ne yapıyorsun burada?”
Karşısındaki kadın ve adam bize döndü merakla bakıyorlardı. Hazal hızlıca araya girdi. “Ehm bu Berk, Cemre’nin… nişanlısı,” dedi durumu toparlamaya çalışarak. “Berk bu da Ayşe Hanım ve Mert Bey tasarımları incelemek için geldiler.”
Ayşe Hanım gülümsedi elini uzattı. “Memnun oldum." dedi nazikçe. “Cemre’nin tasarımları hakkında konuşuyorduk gerçekten etkileyici.”
“Evet." dedim elini sıkarken. “Cemre’nin işleri her zaman etkileyicidir.” Gözlerim Cemre’ye kaydı onun tepkisini ölçmeye çalışıyordum. Ama o hâlâ şaşkın hâlâ temkinliydi.
Mert Bey defterini kapatıp söze girdi. “Cemre bu kırmızı tonlardaki elbise koleksiyonunuz… Gerçekten özgün. Markamız için tam aradığımız tarz olabilir. Ancak tüketicilere bu duygusal bağı nasıl aktaracağımız konusunda biraz daha fikir geliştirmemiz lazım. Sizce bu vizyonu nasıl geniş kitlelere ulaştırabiliriz?”
Cemre bir an düşündü tam cevap verecekti ki içimden bir ses konuşmam gerektiğini söyledi. Sanki yıllardır biriktirdiğim her şeyi onun dünyasına adım atmak için bu anı beklemiş gibiydim. “Affedersiniz.” dedim masaya doğru bir adım atarak. Sesim sakin ama kararlıydı. “Sözünüzü kesmek istemem ama bu konuda bir şey söylemek istiyorum.”
Cemre’nin kaşları şaşkınlıkla havalandı. Ayşe Hanım ve Mert Bey merakla bana döndü.
"Tabi." dedi Mert Bey.
"Cemre’nin tasarımları sadece kumaş ve dikişten ibaret değil.” dedim gözlerimi Cemre’den ayırmadan. “Her bir çizgisi her bir detayı onun ruhunun bir parçası. Kırmızı dediği şey… o sadece bir renk değil. Cemre’nin tutkusunu cesaretini özgürlüğünü yansıtıyor. Onun tasarımlarını giyen bir kadın sadece güzel görünmekle kalmaz aynı zamanda kendini bulur kendi gücünü hisseder. Markanızın bunu tüketicilere aktarması için Cemre’nin hikâyesini anlatmanız gerekiyor. Onun atölyesinde geçen geceleri, her bir çizgiye kattığı duyguyu… İnsanlar bunu hissetmek ister. Çünkü Cemre’nin tasarımları sadece moda değil, bir yaşam tarzı.”
Sözlerim bittiğinde atölyede bir sessizlik çöktü. Cemre’nin bakışları sanki söylediklerime inanamıyordu. Ayşe Hanım’ın yüzü aydınlandı, etkilenmiş bir ifadeyle başını salladı. “Bu… inanılmaz bir bakış açısı Berk Bey." dedi. “Cemre’nin tasarımlarını bu şekilde anlatmanız markamız için ne kadar güçlü bir değer yaratabileceğini çok net gösteriyor.”
Mert Bey defterine bir şeyler karaladı. Sonra bana döndü. “Siz… işin içinde misiniz Berk Bey? Moda sektöründe misiniz?”
Güldüm başımı salladım. “Hayır moda sektöründe değilim." dedim ve Cemre ile bakışlarımızı birleştirirken yüzümdeki gülümsemeyi silmeden konuştum. "Cemre'nin hayatının içindeyim."
Ayşe Hanım gülümsedi Cemre’ye döndü. “Cemre sanırım sizinle çalışmak için artık daha fazla nedenimiz var." dedi sesinde samimi bir heyecan vardı. “Berk Bey’in de dediği gibi bu bir hikâye. Ve biz bu hikâyeyi markamızla buluşturmak istiyoruz. Detayları konuşmak için en kısa zamanda tekrar bir araya gelelim.
Cemre kendini toparladı yüzündeki kocaman gülümsemeyle onlara döndü. “Tabii çok mutlu olurum. Sizinle çalışmak benim için de büyük bir fırsat olur.
Mert Bey ayağa kalktı elini önce Cemre’ye sonra bana uzattı. “O zaman yakında görüşürüz." dedi gülümseyerek. “Ve Berk Bey sizi de bu süreçte görmek isteriz. Bu vizyon bu destek… Gerçekten fark yaratır.”
El sıkıştık Hazal onları kapıya kadar geçirdi.
Cemre bana dönerken onun soru sormasına izin vermeden ona doğru bir adım attım. Ama hâlâ mesafemi korudum. Onun alanına izinsiz girmek istemiyordum.
"Cemre ben özür dilerim.” dedim gözlerim onun gözlerinde kilitlenmişti. “Dün gece sen taksiye binip giderken kendimden nefret ettim. Seni bu kadar üzdüğüm için seni bu kadar göremediğim için…"
Bana gülümsedi. Kolları aniden boynuma sarıldı. Bununla afalladım.
"Burdasın." diye fısıldadı inanamaz gibi.
Benden ayrılırken gözlerimiz birleşti. "Burdayım." dediğimde gülümsedim.
"Kalacak mısın?" dedi elleri yanaklarıma yerleşirken.
Bunu söyleyerek cevaplamadım. Yavaşça ona yaklaştım ve dudaklarımızı birleştirdim.
Öpücüğümüz atölyenin o tanıdık kumaş kokusu ve hafif uğultusu arasında bir an için her şeyi susturdu. Cemre’nin elleri yanaklarımda benim ellerim ise usulca beline yerleşmişti. O an sanki dün geceki kırgınlıklar, gazetelerdeki iğrenç başlıklar, babamın sert sözleri… hepsi bir anlığına kaybolmuştu. Sadece biz vardık.
Yavaşça ayrıldığımızda alnımı onun alnına dayadım. Gözlerimiz kapalı nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Ellerim hâlâ belindeydi onun elleri ise gömleğimin yakasında hafifçe titriyordu.
O an birbirimize bu kadar yakınken her şey mümkün gibi hissettirdi.
“Cemre." dedim fısıldar gibi. Gözlerimiz birleşti. "Evlensene benle."
Cemre’nin nefesi bir an için kesildi alnlarımız hâlâ birbirine değiyordu. Gözleri şaşkınlık ve duygu karmaşasıyla büyüdü. Elleri gömleğimin yakasında donmuş gibiydi sanki söylediklerimi anlamaya çalışıyordu.
“Berk…” diye fısıldadı. “Sen… ciddi misin?"
Alnımı onunkinden ayırmadan ellerimi yüzüne götürdüm yanaklarını avuçlarımın arasına aldım. “Hayatımda daha önce hiç bu kadar ciddi olmamıştım."
Bir an sustu bakışları yüzümde gezindi sanki ruhumu okuyordu. Sonra yavaşça gülümsedi o gülümseme içimi ısıttı. “Berk." dedi sesi hâlâ titrek ama içinde bir kararlılık vardı. “Deli misin sen? Böyle bir anda burada atölyenin ortasında… evlenme teklifi mi ediyorsun?”
Güldüm alnlarımız hâlâ birleşikti ona daha sıkı sarıldım. “Evet deliyim. Ama sana deliyim." dediğimde kıkırdadı.
"Evet." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Deli olmama mı dedin... yoksa.. öbürüne mi?"
"İkisine de. Yani seninle deli olurum diyorum." dediğinde alımlarımızı ayırıp yüzünü tamamen yüzüme kaldırdı. "Evlenirim seninle."
"Valla mı?"
Bana gülerken başını salladı. "Valla." dedi sırıtarak.
O sırada yanımıza gelen Hazal konuştu. "Az önce burada bir evlilik teklifi mi yaşandı yoksa gözlerim ve kulaklarım yanılıyor mu?"
Gözlerim yanındaki Ege'yi buldu. Kaşlarım çatıldı.
"Toplantı?" dediğimde omuzlarını silkti ve sırıttı.
"Biraz da şirket bizi idare etsin kardeşim." dediğinde bana sarılmasını beklemiyordum. Elimi onun sırtına koyduğumda gülerek konuştu. "Hayırlı olsun."
"Sağol kardeşim."
Benden ayrılıp Cemre'ye sarılırken Hazal'da gelip bana sarıldı. "Çağrı'yı aradım bu arada. Son bir özel dersi olduğunu ve o gelmeden nikahı kıyamayacağınızı söyledi." dediğinde ona güldüm.
Benden ayrılıp Cemre'ye sarıldı. "Ayyy! Çok mutluyuuum!" diye bir çığlık attı. "Çiçeği tutayım da Çağrı üzerinde bir sorumluluk hissetsin."
Hepimiz güldük.
Düğün Günü: Yazar'dan
"Ohaaa! Şaka yapıyorsun Cemre!" diyen Hazal gelin odasına girdiğinde karşısında gelinlikle duran Cemre'nin ellerinden tuttu ve iki yana kaldırdı ellerini. "Çok güzel olmuşsun ya." gözleri dolarken hızla Cemre'ye sarıldı.
Elinde aşağıdan getirdiği gelin çiçeği ile giren Çağrı burnunu çekti sahte bir şekilde ve olmayan göz yaşlarını sildi. "Şimdi beni de ağlatacaksınız ve makyajım bozulucak kızlar." dedi alayla.
Çağrı’nın alaycı sesi odadaki gergin ama neşeli havayı bir an için yumuşattı. Cemre aynanın önünde durmuş gelinliğinin eteklerini hafifçe düzeltiyordu. Beyaz dantel kumaş onun zarif siluetini sarmış omuzlarındaki ince tül detaylar ışığın altında parlıyordu. Saçları sade ama zarif bir topuzla toplanmış birkaç bukle yüzünü çerçevelemişti.
Hazal hâlâ Cemre’nin ellerini bırakmamış bir yandan gülüyor bir yandan da gözlerini siliyordu.
“Ya Hazal yetercidden ağlatacaksın beni!” dedi Cemre sesinde hafif bir titreme vardı. Aynaya bir kez daha baktı sanki kendi yansımasını tanıyamıyor gibi. “Bu gerçekten ben miyim?”
Çağrı elindeki gelin çiçeğini masaya bırakıp kollarını göğsünde kavuşturdu. “Kızım sen her zaman böyle güzel bir şeydin sadece bugün üstüne biraz tül falan ekledik.” Göz kırptı sonra sahte bir ciddiyetle ekledi. “Ama çiçeği sevgilime atmazsan işte o zaman bu nikah kıyılamaz."
Cemre kahkaha attı ama gözleri hafifçe buğulanmıştı. “Tamam tamam Çağrı. Söz çiçeği sevgiline doğru fırlatmaya çalışacağım."
"Çalışma." diyen Çağrı işaret parmağını ona doğru salladı. "Fırlat."
"Damat Bey'i daha fazla tutamıyorum kendisi şuan tüm karizması ile merdivenlerden çıkıyor haberiniz olsun." diyen Ege kapıdan içeri girdi.
Ege’nin sesiyle üçü birden kapıya döndü. Cemre’nin gözleri parladı ama içinde bir anlık panik de belirdi. “Ne? Berk mi geliyor? Daha hazır değilim!” dedi hızla aynaya dönüp saçlarını ve gelinliğini bir kez daha kontrol etti. Elleri telaşla eteğindeki tülü düzeltirken Hazal kıkırdadı.
“Rahat ol prenses." dedi Hazal Cemre’nin omuzlarına hafifçe dokunarak. “Berk seni şu an pijamayla bile görse aklını kaybeder. Gelinlikle mi uğraşıyorsun?”
Çağrı Ege’ye dönüp kaşlarını kaldırdı. “Bro sen niye damadı tutamıyorsun? Karizması batsın." dedi ve sahte bir kızgınlıkla konuştu. "Gelini düğünden önce görmek uğursuzluk getirir."
"Başlarım uğu-" diyerek kapıdan giren Berk Cemre'yi görmesiyle donakaldı. "Uğursuzluğuna." diye mırıldanarak cümleyi tamamladığında Cemre ona güldü.
"Al işte." dedi Çağrı iki elini birbirine vururken. "Kal geldi evlenemeyeceksiniz."
"Cemre..." diyen Berk Cemre'ye bir kaç adımda yaklaştı. "Çok güzel olmuşsun."
Cemre başını yana yatırırken konuştu. "Sende çok yakışıklısın."
"Hadi o zaman iniyoruz." dedi Ege onlara bakarken. "Herkes sizi bekliyor hadi."
Ege Çağrı ve Hazal önden hızla inerken Cemre Berk'in koluna girdi. Onlarda aşağıya inip bahçeye çıkarken salondan ıslık ve alkışlar yükseldi.
Onlar nikah masasına geldiklerinde şahitler olarak Hazal Ege ve Çağrı'da masanın kenarına geçtiler.
Nikah memuru Berk'e doğru sordu. "Damat bey adınız soyadınız?"
"Berk Yağızoğlu."
Davetlilerden bir kez daha ıslık ve alkışlar duyuldu.
"Gelin hanım adınız soyadınız?"
"Cemre Yılmaz."
Alkışlar arasında nikah memuru şahitlere döndü. "Şahitlerimizin ad soyadları?"
"Ege Şimşek."
"Çağrı Koçak."
"Hazal Küçük."
"Evlenme isteğinizi beyan ettiniz. Beyanlarınıza ve evlenmek için bize sunduğunuz belgelere göre evlenmenize herhangi bir engel olmadığı anlaşılmıştır. Bir kere de sayın davetlilerin huzurunda bunu dile getirelim." dedikten sonra Cemre'ye döndü. "Sayın Cemre Yılmaz hiç kimsenin baskısı altında kalmadan özgür iradenizle sayın Berk Yağızoğlu'nu kendinize eş olarak kabul ediyor musunuz?"
Cemre gülümseyerek Berk'in gözlerinin içine baktı.
"Evet.” dedi Cemre sesi net ve kararlıydı. Gözleri Berk’in gözlerinden bir an bile ayrılmamıştı. Yüzünde sıcak bir gülümseme kalbinin hızlanan atışlarını gizleyen bir sakinlik vardı. Bahçedeki davetlilerden yükselen alkışlar o anın büyüsünü daha da derinleştirdi.
Nikah memuru bu kez Berk’e döndü.
"Sayın Berk Yağızoğlu hiç kimsenin baskısı altında kalmadan özgür iradenizle sayın Cemre Yılmaz’ı kendinize eş olarak kabul ediyor musunuz?”
Berk’in dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Cemre’ye bakarken gözleri adeta parlıyordu. “Sonsuza kadar evet!" dedi sesinde hem bir rahatlama hem de derin bir mutluluk vardı. Sanki yıllardır bu anı beklemiş gibi.
Davetlilerden yeniden coşkulu bir alkış koptu.
Hazal göz pınarlarına dolmaya başlayan yaşlarla parmaklarıyla gözlerinin altına doğru sildi. Çağrı ona sırıtarak dönerken takım elbisesinin cebindeki mendili ona uzattı. "Fazla da ağlama daha gelin çiçeğiyle fotoğraf çekineceğiz."
Hazal mendili alırken güldü ve onun omzuna vurdu.
"Sizler de şahitlik ediyor musunuz?" diyen memur onlara döndüğünde üçünden de "Evet." sesi yükseldi.
"Bende belediyemizin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum. Gelini-"
Çağrı'nın bağırışı ile nikah memurunun sözü yarım kaldı. “Hadi bakalım öpüşme zamanı!”
Nikah memuru Çağrı’nın neşeli bağırışıyla hafifçe gülümsedi ama profesyonel tavrını bozmadan devam etti. “Gelini öpebilirsiniz." diyerek sözünü tamamladı.
Davetliler arasında kahkahalar ve alkışlar yükseldi bahçedeki neşeli hava iyice coşkuya dönüştü.
Berk Cemre’ye döndü gözlerinde büyük bir aşkla. Ellerini birleştirirken dudaklarını Cemre'nin alnına değdirdi.
Nikah memuru evlilik cüzdanını eline aldı ve gülümseyerek Cemre'ye uzattı. Cemre gülümseyerek cüzdanı alırken havaya doğru kaldırdı.
Memur “Bir ömür boyu mutluluklar dilerim." diyerek sözlerini bitirdi ve masadan ayrıldı.
Çağrı Berk’e yumruk yaptığı elini uzatırken Berk'te aynı şekilde yumruk yapıp ellerini birleştirdi. “Kanka artık resmi olarak zincirlisin geçmiş olsun!” ediğinde ona ter bakışları ile dönen Cemre'ye bakarak gülümsedi ve göz kırparak ekledi. “Ama iyi bir zincir kıymetini bil."
"Hadi dans!!" diyen Hazal ile Cemre ve Berk piste inerken şarkı çalmaya başladı.
Rengârenk ormanlardan
Elimden tutup da
Yürüdün yanımda
"Evlendik mi gerçekten?" dedi Cemre kollarını onun boynuna dolayıp salınırken.
"Galiba." dedi Berk gülümseyerek.
Hiç mi hiç olmazlardan
Bir hikâye yarattın
Uyuyup yanımda
"O gün atölyeye gelmeseydim burada değildik belki de." diyen Berk ile Cemre başını salladı.
“Berk. Deli misin sen? Böyle bir anda burada atölyenin ortasında… evlenme teklifi mi ediyorsun?”
"Bazen deli olmak iyiymiş demek ki." diyen Cemre gözlerini onun gözlerinden çekmedi.
"Fazlasıyla."
Şimdi ellerin ellerim
Dokunmalı sözlerim
Cemre başını Berk'in omzuna yasladı.
Bi' şarkısın dilimde
Kuvvetli ezberim
Berk'in yüzüne huzurlu ve mutlu bir gülümseme yayıldı.
İçimdeki hisleri
Bi' tek seni isterim
Cemre başını onun omzundan kaldırırken gözleri birleşti. "Seni çok seviyorum Berk Yağızoğlu."
"Sana çok aşığım.." diyen Berk yüzüne yerleşen muzip gülümsemeyle ekledi. "Cemre Yağızoğlu."
İkiside yavaşça birbirine yaklaştı ve dudakları birleşti.
Tam zamanı, tam yeri
Tutup seni öpmenin
SON
Yorumlar
Yorum Gönder